Mevlana evliya da değil müslüman da değil!

Ne yalan söyleyim, evvelce birisi mevlana dediği zaman gözümde çok dindar, gayet ahlaklı, cennet ehli bir adam canlanırdı. Şimdi ise gözümde canlanan şey, elinde şarap kadehiyle dansöz oynatan bir alemci. Nasıl mı bu düşünceye geldim? Hemen anlatayım.

Televizyonlarda Cemalnur Sargut isimli bir kadın çıkıyordu, öylesine nazik, öylesine kibar, öylesine alçak gönüllü konuşuyordu ki hayranlıkla dinlerdim. Bir keresinde anısını anlatırken ''evde oturuyordum, bir konuyu merak ettim, kafama mesnevi düştü, aradığım cevap oradaydı'' demişti. O sırada düşündüm ki ''müslümanın kafasına Kuran düşer, bu kadının kafasına niye mesnevi düşüyor?'' Neyse izlemeye devam ettim, her seferinde ''yüce mevlana şöyle demiş, allah dostu mevlana böyle demiş'' diyor, İslamın kaynağını mesnevi olarak tanıtıyordu. Başka bir gün yine karşılaştım, bu sefer de ''Hazreti mevlana'nın eseri, Kuran'ın özetidir. Kuranı kendi başımıza anlayamayız. Onu anlayacak kapasiteye gelmek lazım. O yüzden mesnevi ''dinle'' diye başlar. '' [1] diyordu. Yine mesneviyi övüyor, Kurandan uzak tutmaya çalışıyordu. Konduramadım tabi, böyle nazik bir kadın insanları Kurandan uzak tutmaya çalışır mı hiç?

Bize çocukluktan beri öğretilen ''Allah dostu mevlana'' inancını korumaya devam ettim. Ama artık delile dayalı iman etme zamanı da gelmişti. Şu övdüğü kitaba bakayım dedim. Milli eğitim Basımevi'nin yayınladığı Mesnevi kitabını pdf olarak indirdim. Şiirler, hikayeler doluydu. Kuran tefsiri desem değil, peygamberin hayatı desem değil, güzel öğütler desem hiç değil. Acayip hikayelerin, acayip itikatların bulunduğu paralel bir şeriat kitabıydı. Allah olmaktan tutun da alimlere şarabın helal olduğuna varıncaya kadar bütün İslami yasakları güzel göstermişti. O zaman anladım ki mevlana da diğer sufiler gibi İslamı içerden çökertmeye çalışıyormuş. Şimdi delillere bakalım.

MEVLANA GERÇEKLERİ!

1- Mevlana kelimesinin anlamı!

Mevlana kelimesi Kuran'da ''Ente mevlana: Sensin mevlamız'' (Bakara 286) olarak geçer. Yani ''Mevlana: Mevlamız'' demektir. Mevlamız lakabının Celaleddin Rumi'ye verilmesi de onu Allah olarak görükleri içindir. Evet, Sufizm dininde Celaleddin Rumi de Allah'tır.

2- Nirvana'ya ulaşıp Allah olmak!

Sufizm dininde evliyalar fenafillah denilen bir makama yükselir. Budizm'deki karşılığı Nirvana olan Fenafillah makamına ulaşan evliyalar artık Allah'ta erimiş ve onun bir parçası olmuşlardır. Böylece ''Ben Allah'ım, Ben yokum sadece Allah var'' demeye başlarlar. Bu fenafillah denen makamdan peygamberimiz bahsetmemiştir. Çünkü müslümanlar ''Makam-ı Mahmud'' denilen övülen makama ulaşırlar. Övülen makam Kuran'da şöyle geçer;

Gecenin bir kısmında sana özel nafile olarak teheccüd'e kalk. Belki rabbin seni makamı mahmud'a (övülen makama) gönderir. [İsra Suresi 79]

Övülen makama ulaşmak için; şirk inançlardan arınmalı, günahlardan kaçınmalı, namazlara devam edip ilave olarak geceleri ibadete kalkmalıyız. Ayrıca secdelerin ardından namaz bitince ''SubhanAllahi ve bi hamdihi'' tespihatı yapmalıyız. ''Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkasından artık onu tespih et.'' [Kaf suresi 40] İşte müslümanların Allah'a ulaşma yolu budur. Fenafillah diye bir makam yoktur. Olmayan bir makama ulaştığını söyleyen sahte evliyalar kendine taptırmak için Ben Allah'ım demeye başlamıştır. Kendisinden 300 yıl önce yaşayan Hallacı Mansur (MS 858-922) dan etkilenen Celaleddin Rumi, ''Ene el hak: Ben hakkım'' sözünü şöyle savunmuştur.

Ben Allah’ım (Enel hak) demeyi insanlar büyüklük iddia etmek sanıyorlar. Ben hakkım demek büyük bir alçak gönüllülüktür. Bunun yerine ‘’Ben hakkın kuluyum, kölesiyim’’ diyen birisi kendi varlığı, diğeri tanrının varlığı olmak üzere iki varlık ispata kalkışır. Halbuki ‘’ben hakkım’’ diyen kendi varlığını yok ettiği için ‘’Ene el hak’’ diyor. Yani ‘’Ben yoğum hepsi O’dur. Allah’tan başka varlık yoktur. Ben sırf yokluğum ve hiçim.’’ Bu sözde alçak gönüllülük daha fazla mevcut değil midir? İşte bu yüzden halk bunun manasını anlamıyor. [Mevlana - Fihi Mafih, Sayfa 57, Maarif Basımevi, İstanbul 1958, Çeviri: Meliha Ülker Tarıkahya]

Ben Allah'ın kuluyum demeyi ikileme olarak gösteren Celaleddin Rumi, Ben Allah'ım demeyi alçak gönüllülük olarak lanse etmektedir. Halbuki hem yoktan var eden Allah vardır hem de Allah'ın yarattığı kullar vardır. ''Ben yokum Allah var, ben Allah'ım'' demekle sadece kendimizi Allah'ın parçası olarak görmüş oluruz. Kulları Allah'ın parçası saymak ise büyük bir suçtur.

Kullarından ona bir parça isnad ettiler, şüphesiz ki insan elbette apaçık nankör'dür. [Zuhruf Suresi 15]

Zuhruf 15.ayette melekleri Allah'ın kızları olarak görüp, cinleri Allah'ın soyundan görenlerden bahsedilmiştir. Melek ve cin türlerini kulluktan çıkarıp Allah'ın parçası ilan ettikleri için ''Kefur: Nankör, küfreden'' olarak damgalanmışlardır.  İşte aynı şekilde insanları da Allah'ın bir parçası olarak görmek küfürdür. Çünkü her insan tıpkı melekler ve cinler gibi Allah'ın kuludur. Sufiler gibi ''Kul değilim Allah'ım'' diyenler ise aslında ''Ben de ilahım'' demiş olurlar. Kendini ilah zannedenler ise cehenneme atılacaktır. Her canlı Allah'ın kuludur.

Ve onlardan kim ''Şüphesiz ben onun yanısıra ilahım'' derse işte onu cehennemle cezalandırırız. İşte böyledir zalimlerin cezası. [Enbiya suresi 29]
Aksine, artık Allah'a kul ol ve şükredenlerden ol. [Zumer Suresi 66]
Şüphesiz ki Allah benim de rabbim sizin de rabbinizdir. Öyleyse ona kulluk edin. Dosdoğru yol budur. [Ali İmran 51]
Ve ben cinleri ve insanları bana kulluk etmeleri dışında yaratmadım. [Zariyat suresi 56] 

Ben Allah'ım demeyi savunan Celaleddin Rumi, müritleri arasında da hakimiyetini kurmuş ve kendisini Allah olarak kabul ettirmiştir. Hatta bir müridine emir verince mürit ''İnşallah '' dediği için öfkelenerek '' Ahmak herif emri veren kim'' diye bağırmıştır. Bunun üzerine adam yere yığılmış, diğer müritlerin Celaleddin'den af dilemesiyle hayatını geri vermiştir. Adam ayılınca bir daha inşallah dememek üzere Celaleddin'e tövbe etmiştir. Bu şirk olay mevleviliği anlatan Ariflerin menkıbeleri kitabında şöyle nakledilmiştir.

Bir gün Mevlana hazretleri şeyh Muhammed Hadim'e işaret ederek: "Git filan işi tamamla," buyurdu. Şeyh Muhammed de: "İnşallah!" dedi. Mevlana hazretleri bağırarak: "Ey aptal! Söyleyen kimdir?" diye sordu. Şeyh Muhammed derhal düşüp kendinden geçti, ağzından köpük çıkmağa başladı. Dostların hepsi başlarını açtı ve: "Şeyh Muhammed dervişlerin hizmetçisidir ve çok da gereklidir, artık küstahlık etmez," deyip secde ettiler. Mevlana derhal inayet nazarı ile şeyh Muhammed'e baktı, Şeyh Muhammed kendisine gelip tövbe etti. [Ariflerin menkıbeleri 1, Ahmet Eflaki, sayfa 203, Hürriyet Yayınları 1973, Çeviri: Tahsin Yazıcı]

Allah'ın emri olan inşallah demeyi yasaklayan Celaleddin Rumi, Allahlığını ilan etmiştir. Bu yüzden kendisine ''Mevlana: Mevlamız'' dedirtmiştir. Müridin Celaleddin'e tövbe etme sebebi de onu mevlası olarak gördüğü içindir. Zira müslümanların mevlası Allahtır ve tövbeyi Allah'a ederler. İnşallah dediği için tövbe eden adamın mevlası Celaleddin denen şeytan evliyası olmuştur. Kuran'da inşallah demek gerektiği bildirilmiştir.

Bir şey için ''Bunu yarın mutlaka yapacağım'' deme. Ancak ''Allah dilerse'' Unuttuğun zaman rabbini zikret ve deki: ''Umarım rabbim beni bu durumdan olgunluğa daha yakın olana hidayet eder.'' [Kehf Suresi 23-24]

3- Mesnevi alemlerin rabbinden gelmiş!

Celaleddin Rumi'nin kendi elleriyle yazdığı kitabın vahiy olduğunu söylemesi ve Kuran olarak görmesi fazla bilinmeyen gerçeklerdendir. Şeytan'dan aldığı vahyi Allah'tan aldığını sanması acınası bir durumken müslümanlara evliya olarak tanıtılmıştır.

...Şüphesiz ki şeytanlar kendi velilerine vahyederler, sizinle mücadele etmek için. Eğer onlara itaat ederseniz mutlaka müşrik olursunuz. [Enam suresi 121]

Şeytan'dan aldığı vahyi Allah'tan gelmiş gibi gösteren Celaleddin Rumi, Mesnevi isimli kitabın girişinde; alemlerin rabbinden indirildiğini, temiz kişilerden başkasının dokunamayacağını, şerefli katiplerin elleriyle yazıldığını söyleyerek Kuran'ın özelliklerini kendi kitabına vermiştir.

Mesnevi âlemlerin rabbinden inmedir, bâtıl ne önünden gelebilir ne ardından. Tanrı onu korur gözetir. Tanrı en iyi koruyandır, merhametlilerin en merhametlisidir. Mesnevi'nin bunlardan başka lâkapları da var, o lâkapları veren de tanrıdır. Fakat biz bu az lâkapları anarak sözü kısa kestik. Az çoğa, bir yudum su göle, bir avuç tane büyük bir harmana delâlet eder. [Mesnevi, Önsöz, Sayfa 7, cilt 1, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]

Bu sapkınlığı masum göstermek isteyen bazı şarlatanlar ise ''İlham ile yazdım demek istiyor'' diyerek kraldan çok kralcılık yaparlar. Halbuki Celaleddin Rumi, ilhamla değil nebilere indirilen kitap gibi kendisine kitap indirildiğini söylemiştir.  Hatta ilham diyenlerin gerçeği gizlediğini ifade etmiştir.

‘’Bu ne yıldız bilgisidir ne remil ne de rüya. Tanrı doğrusunu daha iyi bilir ya Tanrı vahyidir! Sofiler bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir. Sen istersen onu gönül vahyi farzet. [Mesnevi, Cilt 4, Beyit: 1852-1854, Sayfa 151, MEB Yayınları 1995]

Kendisine kitap indirildiğini söyleyen Celaleddin Rumi gibi sahte peygamberler hakkında Allah teala bizleri Enam 93.ayette uyarmıştır. Kendi zihniyetini din yapmak için vahiy aldığını söyleyenler her dönemde ortaya çıkmıştır. Müslümanlar Kuran'ı bilirse böyle oyunlara kanmazlar. bu yüzden islam düşmanları ''Mesnevi Kuran özetidir'' derler.

''Kendisine birşey vahyedilmediği halde Allah'a karşı iftira ederek ''bana da vahyedildi'' diyenden ve ''yakında Allah'ın indirdiğinin benzerini indireceğim'' diyenden daha zalim kimdir? O zalimleri ölüm sarhoşluğunda bir görsen, melekler ellerini uzatırlar ve ''çıkarın nefsinizi bugün ceza günüdür, alçaltıcı bir azap var size çünkü Allah'a karşı hak olmayan şeyler söylediniz ve onun ayetlerine karşı kibirli oldunuz.'' [Enam suresi 93]

4- Mesnevi Kuran tefsiri değil Kuranmış!

Kendi yazdığı kitabın vahiy olduğunu söyleyip kendi yalanına inanan Celaleddin Rumi, halk arasında yayılan ''Mesnevi tefsir değil Kuranmış'' sözlerini kabul ederek ''Kuran tefsiri'' diyen evladını sert bir dille azarlamıştır.

Sultan Veled buyurdu ki: Dostlardan biri babama: Danişmentler ''Mevlana Mesnevi'ye niçin Kur'an diyor?'' diye benimle münakaşa ettiler. Ben kulunuz onlara cevaben: "Mesnevi Kuran tefsiridir dedim" diye şikayette bulundu. Babam bunu işitince bir müddet sustu, sonra: ''Ey köpek! Niçin Kur'an olmasın? Ey eşek! Niçin Kur'an olmasın? Ey kahpenin kardeşi! Niçin Kur'an olmasın? Peygamberlerin ve velilerin söz kalıpları içinde ilahi sırların nurlarından başka bir şey yoktur. Tanrı'nın kelamı onların temiz yüreklerinden kaynamış ve ırmak gibi olan dillerinden akmıştır.'' [Ariflerin Menkıbeleri 1, Ahmet Eflaki, sayfa 306, Hürriyet Yayınları 1973, Çeviri: Tahsin Yazıcı]

5- Allah'a çocuk isnad eden Celaleddin rumi!

Allah'a çocuk isnad etmek Kuran'da şiddetle eleştirilmiş, isa peygamberi Allah'ın çocuğu olarak görenlerin cehenneme gideceği haber verilmiştir. Celaleddin Rumi ise İsa'yı değil Allah dostu ilan edilen adamları Allah'ın çocuğu olarak göstermiştir.

Yavrum, veliler de tanrı çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın. Tanrı mallarını canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır. Sakın noksanlıklarını bulup aleyhlerinde gıybet etme. Onlar için kin güden onların öcünü alan tanrıdır. Tanrı dedi ki: Bu veliler benim çocuklarımdır. [Mesnevi, Cilt 3, Beyit: 79-80, Sayfa 7-8, Milli Eğitim Basımevi 1995]

Bunu söylemesindeki amaç insanları kendisine kul etmek içindir. Kendini de veli olarak tanıttığı için otomatikmen halk arasında Allah'ın çocuğu gibi görülecek ve kolayca hakimiyet kuracaktı. Cahil halkın Kuran'dan haberi olmadığı için Sufizm dini rahatlıkla yayılmıştır. Allah ise çocuk edinmekten münezzhetir.

Allah bir çocuk edinmek isteseydi elbette yarattıklarından dilediğini seçerdi. O bundan münezzehtir. O Allah ki tektir, kahredici üstünlüğe sahiptir. [Zumer Suresi 4]
Rahman çocuk edindi dediler. Andolsun siz felaket birşeyle geldiniz. Neredeyse ondan gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar çöküp yıkılacaktı. Rahman’a çocuk istedikleri için. Rahman'a çocuk edinmek yakışmaz. Şüphesiz ki göklerde ve yerde kim varsa hepsi sadece Rahman'a kul olarak gelecek. [Meryem suresi 88-93] 


6- Allah şeyhten büyük değilmiş!

Velileri Allah'ın çocuğu ilan eden Celaleddin Rumi, müritlerine ''En büyük şeyhtir, peygamberden bile büyüktür, Allah ile şeyh arasında fark yoktur'' inancını aşılayarak zehirlemiştir.

Yine sultan veled buyurdu ki: Bir gün babam medresede bilgiler saçıyordu. (Bu sırada) : Gerçek mürit, kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir. öyle ki, bir adam Bayezid'in müritlerinden birine "Şeyhin mi büyük, yoksa Ebu Hanife mi?" diye sordu. Mürit: "Şeyhim," diye cevap verdi. Sonra: "Ebu Bekir mi büyük, senin şeyhin mi?" diye tekrar sordu. O yine "Şeyhim," diye cevap verdi. (Nihayet) o, birer birer bütün sahabeyi saydıktan sonra: "Muhammed mi büyük, senin şeyhin mi?" dedi. O yine: "Şeyhim büyüktür," dedi. En sonunda: "Tanrı mı büyük, senin şeyhin mi?" diye sordu. Mürit: "Ben Tanrı'yı şeyhimde gördüm, şeyhimden başka bir şey tanımam, hep onu tanırım," dedi. Başka bir müritten de: "Tanrı mı büyük, yoksa senin şeyhin mi?" diye sordular. O da: "Bu iki büyük arasında hiç fark yoktur," dedi. Ariflerden biri de: "Bu iki büyükten daha büyük biri lazımdır ki, o bu farkı ortaya koysun" demiştir. [Ariflerin Menkıbeleri 1, Ahmet Eflaki, Sayfa 310, Hürriyet Yayınları 1973]

7- Dinleri çöpe atan deist Celaleddin Rumi!

Kendi hakimiyetini kurduktan sonra dinleri de kaldıran Celaleddin Rumi, kendi zihniyetini din yapmak için  ''Bilgili adam saparsa küfür şeriat olur'' demiştir. İslam'dan çıktığı için bu sözlerle kendini korumaya çalışmıştır.

İlletli kimse ne tutarsa illet olur. Kâmil, kâfir bile olsa o küfür din ve şeriat haline gelir. [Mesnevi, cilt 1, Beyit: 1613, Sayfa 129, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995 , Çeviren: Veled İzbudak]

Kamil kişi kâfir olsa müslümanların şeriatı değişmez. Çünkü İslam şeriatını Allah belirlemiştir. Kıyamete kadar değişmeyecek olan şeriat hükümleri Kuran'da anlatılmıştır.

Sonra seni emirden şeriat üzere kıldık. Öyleyse ona tabi ol. Bilmeyenlerin hevasına tabi olma.[Casiye Suresi 18]

8- Şarap içen ayyaş celaleddin Rumi!

Kafir olduğunu söyleyen Celaleddin Rumi, İlk iş olarak şarap içmeye başlamıştır. Kendi şeriatını uydurduğu için şarabı cahillere yasaklamış, alimlerin içebileceğini söylemiştir.

Hoşa giden her şey haram kılınmıştır ama bu halk için bir delil olamaz. Yoksa; ney, şarap, çalgı, güzel yüz ve saz alemi, olgun kişilere ziyan vermez. Ama bilgisiz halka yasaktır. [Mevlana'nın Rubaileri 1, Rubai: 1078, Sayfa 221, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1974]

Evini şarap fıçılarıyla dolduran Celaleddin, her gece alem yapmaya başlamış ve ''cennette şarap varda dünyada neden olmasın'' diyerek Allah'a kafa tutmuştur.

Derler ki: yüce cennetler olacak, içinde temiz şaraplar, iri gözlü huriler olacak. Madem ki işin sonu oraya varacak. O halde bizim şarabımız da, sevgilimiz de peşin elimizdedir. [Mevlana'nın Rubaileri 1, Rubai: 605, Sayfa 123, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1974]

Bununla da yetinmeyip ''Şarap haram değil miydi?'' diye soranlara ''senin gibi kahpenin kardeşi içerse haram'' diyerek dalga geçmiştir.

Bir gün kıskanç fakihler inkar ve inatları sebebiyle Mevlana'dan: "Şarap helal mıdır veya haram mı?" diye sordular. Onların maksadı Şemseddin'in şerefine dokunmaktı. Mevlana kinaye yolu ile: "İçse ne çıkar; çünkü bir tulum şarabı denize dökseler deniz değişmez ve denizi bulandırmaz. Bu denizin suyu ile abdest almak ve onu içmek caizdir. Fakat küçücük bir havuzu, şüphesiz bir damla şarap pisletir. Böylece tuzlu denize düşen her şey tuz hükmüne girer. Açık cevap şudur ki , eğer Mevlana Şemseddin şarab içiyorsa, her şey ona mübahtır. Çünkü o deniz gibidir. Eğer bunu senin gibi bir kahpenin kardeşi yaparsa, ona arpa ekmeği bile haramdır," buyurdu. [Ariflerin Menkıbeleri 2, Ahmet Eflaki, Sayfa 94, Hürriyet Yayınları 1973, Çeviri: Tahsin Yazıcı]

İslam dininde ise avam-havas ayrımı olmadan herkese şarap yasaktır. Ben evliya oldum artık Kuran şeriatından kurtuldum demek küfürdür. Zaten bu küfrünü makul göstermek için ''Kâmil, kâfir bile olsa o küfür din ve şeriat haline gelir. '' (Mesnevi, cilt 1, Beyit: 1613) demiştir.

Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan amelinden pisliktir. Öyleyse ondan kaçının, umulur ki felaha erersiniz. Oysaki şeytan sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister şarap ve kumar ile. Sizi Allah'ın zikrinden ve namazdan alıkoyar. Artık son verdiniz mi? [Maide suresi 90-91] 
Sana içki ve kumardan soruyorlar. Deki: ''Onlarda büyük günah vardır. İnsanlar için menfaat de vardır ama günahları faydasından büyüktür.''... [Bakara suresi 219]

9- Kadınları aşağılayan Celaleddin Rumi!

Sevgi ve hoşgörü timsali olarak tanıtılan Celaleddin Rumi, tam aksine kin ve düşmanlık timsalidir. Kadınları aşağılamış, akıllarını kıt görmüştür. Bunu yaparken de hadis uydurmaktan çekinmemiştir.

Ümmet ''Kiminle meşveret edelim'' dediler de peygamberler ''Mukteda olan akılla'' diye cevap verdiler. Hatta soran adam ''iyi ama ya hiçbir tedbirli, isabetli, aklı olmayan bir çocuk yahut kadın gelirse, onunla da meşverette bulunalım mı?'' deyince, peygamber ‘’onunla da meşvette bulun fakat ne derse onun zıddını yap, ona aykırı yola git'' dedi. Nefsini kadın bil, hatta kadından da beter. Çünkü kadın parçadır, nefsinse büsbütün şer. [Mesnevi, cilt 2, Beyit: 2269-72, Sayfa 174, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]

Bu paragrafta Celaleddin rumi, peygamberimizin kadınlara ve çocuklara danışmayın dediğini uydurmuştur. Bütün kadınların aklını çocuk aklı gibi göstermek istemiştir. Bununla da kalmayıp kadın rüyasını bile erkeğin rüyasından daha değersiz göstermiştir.

Ahmak adamın rüyası da aklınca olur, aklı gibi değersizdir bir şeye yaramaz. Bil ki aklı ve ruhu da zayıf olduğu için kadının rüyası erkeğin rüyasından daha aşağıdır, daha değersizdir. [Mesnevi, Cilt 6, Beyit: 4319-20, Sayfa 343, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1988"]

Ayrıca kadınlar güzel koku sevdiği için hayvana benzetmiş, kadın gönlünü ise pislik yuvası olan işkembe'ye benzetmiştir. Böyle şiddetli bir kadın düşmanıdır Celaleddin Rumi.

''Kadında hayvan sıfatı üstündür. Çünkü kadının renge, kokuya meyli vardır.'' [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 203, Beyit: 2466, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995] 
''Bir erkeğin gönlü, kadının gönlünden aşağıysa o gönül, işkembeden de bayağıdır gayrı!'' [Mesnevi, cilt 3, Beyit: 3129, Sayfa 255, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]

İslam dininde ise cinsiyete yönelik bir üstünlük yoktur. Kadın doğmak yada erkek doğmak bir üstünlük değildir. Allah herkese akıl ve irade vermiş bu iradeyi nasıl kullandıklarına bakmıştır. En takvalı davrananlar Allah'a en yakın olanlardır. Erkek ve kadın birbirinin velisidir.  Kuran'da meryem validemiz ve firavun karısı asiye övülmüştür. Kadın aklı kıt olsaydı bu kadınlar övülmezdi.

Allah iman edenler için Firavun'un karısını örnek verdi. (Asiye) demişti: ''Rabbim! Benim için senin yanında cennette bir ev yap. Beni Firavundan ve onun amelinden kurtar, beni zalimler kavminden kurtar. [Tahrim suresi 11]
Erkeklerden veya kadınlardan her kim mümin olarak salih amel işlerse o takdirde dahil olurlar cennete. Ve hurma çekirdeğindeki çizgi kadar bile zulmedilmez. [Nisa Suresi 124]
Şüphesiz ki; Allah'a teslim olan erkekler ve Allah'a teslim olan kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşu içindeki erkekler ve huşu içindeki kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını muhafaza eden erkekler ve muhafaza eden kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar için Allah onlara mağfiret ve büyük bir mükafat hazırladı. [Ahzab suresi 35] 

10- Cinsel sapkınlıklar anlatan Celaleddin Rumi!

Celaleddin Rumi'nin anlattığı; eşekle ilişkiye giren kadın, tüğsüz oğlana tecavüz eden adam, kadın kılığında camiye girip yanındaki kadına aletini elleten adam hikayeleri de Kuran özeti denilen ama Kuranla alakası olmayan mesnevi'de yer alır. İnsanların zihin dünyasını kirletmeyi amaçlayan hikayeler şöyle;

A- Tüğsüz oğlanla ilişkiye giren adam!

Bir iri adam bir oğlanı ele geçirdi. Bu adam bana kast eder diye çocuğun yüzü sarardı. Adam dedi ki “ Güzelim, emin ol.. sen benim üstüme bineceksin. Ben korkunç görünsem de aldırış etme, bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme, sür” İnsanların suretleriyle mânaları da işte böyledir. Dışardan adam görünürler, içerden melûn Şeytan! [Mesnevi , cilt 2, Sayfa 242, Beyit: 3155-3158, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]

Adamın biri bir oğlana kötülükte bulunurken oğlanın belindeki hançeri görüp "Bu neden," diye sordu. Çocuk, "Birisi benim hakkımda kötü düşünceye saplanırsa onunla karnını deşerim" dedi. Oğlancı adam, hem işin beceriyor, hem de Şükür Tanrı'ya ki ben sana kötülük düşünmüyorum diyordu... Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü. Onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu. Bu sırada o mel'un çocuğun belinde bir hançer gördü. Dedi ki: Belindeki ne? Oğlan, kötü düşünceli biri hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevap verdi. Oğlancı, Tanrı'ya hamdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım. Sende adamlık olmadıktan sonra hançerlerin ne faydası var? Yürek olmadıktan sonra bunda ne fayda var ki? [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 205, Beyit: 2496-2500, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]

B- Kadın kılığında camiye giren sapık! 

3325.Sözü kuvvetli,cerbezesi yerinde bir vazeden vardı.Mimbere çıkmış vaız ediyordu.Kadın,erkek herkes mimberin dibine toplanmıştı. Cuha da bir çarşaf giyip yüzünü örttü,kadınlar arasına karıştı.Kimse onu tanımıyordu. Bir kadın,vaız edene gizlice sordu:Kasıktaki kıllar,namazın bozulmasına sebep olur mu? Vaiz dedi ki:Uzun olursa namaz mekruh olur. Ya hamam otuyla,ya ustra ile traş etmen lazım ki namazın tamam olsun,kabul edilsin. 3330.Kadın:Ne kadar uzun olursa namazın kabul olmaz dedi. Vaız eden dedi ki:Bir arpa boyu uzun olursa traş etmek farzdır. Cuha,hemen kızkardeş dedi,bak bakalım,benim kasığımın kılı o kadar olmuş mu? Tanrı rızası için elini uzat da bir yokla. Bakalım,mekruh olacak kadar uzamış mı? Yanındaki kadın,Cuhanın şalvarına el atar atmaz eline aleti geldi. 3335.Derhal şiddetli bir nara attı.Hoca,sözüm gönlüne tesir etti dedi. Cuha dedi ki:Hayır,gönlüne tesir etmedi,eline tesir etti.A akıllı adam,gönlüne tesir etseydi vay haline! O büyücülerin gönlüne birazcık tesir etti de onlarca sopa da bir oldu,el de. Padişahım,bir ihtiyarın sopasını alsan o sopa,onun eli ayağı olduğu için pek incinir. Halbuki onlar,elleri,ayakları kesileceği halde "Bize zarar olmaz ki"diye nara attılar,naraları gökyüzüne vardı.Hadi,gel kes dediler,can,can çekişmeden kurtulur. [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 272, Beyit: 3325-3339, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]

C- Eşekle ilişkiye giren kadın!

1335. O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı. Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı. Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da. Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi. Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de, 1340. Onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi. Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı. İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur. Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu? Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı. 1345. Eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi. Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim. [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 112, Beyit: 1335-1345, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]

11- Türk düşmanı ırkçı Celaleddin!

Yine meşhur bir hikayedir: Bir gün şeyh Selahaddin hazretleri bağını yapmak için ücretle Türk rençberler tutmuştu. Bunu gören Mevlana hazretleri: "Efendi, bağ yapımında Rum rençberler, bozumunda da Türk rençberler tutmak lazımdır. Çünkü dünyayı imar etmek Rumlara, yıkmak ise Türklere mahsustur. Her şeyden arı duru olan yüce Tanrı, dünyayı yarattığı vakit önce gafil kafirleri yarattı ve onlara uzun ömür ve büyük kuvvet verdi. Nihayet onlar, hiçbir şeyden haberi olmayan rençberler gibi bu toprak alemini imar etmeye çalıştılar. Birçok asırlar sonra gelenlerin örneği olsun diye birçok şehirler, dağların tepelerinde kaleler ve tepeler üzerinde tarlalar yaptılar. Sonra da azar azar bu imaretlerin tamamiyle harab olması için Tanrı'nın takdiri şöyle bir tedbirde bulundu: Bunları yıkmak için Türkleri yarattı, onlar da çekinmeden ve acımadan gördükleri her imareti yıktılar, harabeye çevirdiler ve hara da yapıyorlar ve kıyamete kadar da böyle yapacaklar. Konya şehri de yine merhametsiz Türk zalimlerin eliyle harap olacaktır" buyurdular. Nitekim şimdi buyurduğu gibi oldu. [Ariflerin Menkıbeleri 2, Ahmet Eflaki, Sayfa 153, Hürriyet Yayınları, İstanbul 1973]

12- Moğol ajanı celaleddin!

Türkleri merhametsiz zalimler olarak tanıtan Celaleddin Rumi, moğolları ise Allah'ın seçtiği dindar ordu olarak tanıtmıştır. Halbuki moğollar yaşadığı dönemde Deccal olarak anılmış, önlerine çıkan herkesi öldürmüş, müslümanları da kılıçtan geçirmiştir. Hatta hamile kadınların karnına kılıç saplayıp doğmamış bebekleri anneleriyle birlikte öldürmüşlerdir. Bu vahşeti gören tarihçi İbnul Esir moğolları şöyle anlatır:

Tatarların, diğer adıyla Moğolların İslam diyarına girişleri hadisesini kaleme almaktan yıllarca çekinip durdum. Bu olayları kaydetmeyi hiç de istemiyordum. Bazen bunu yazmanın gereğine İnanıyor, bir adım ileri atarken iki adım geri atıp vaz geçiyordum. İslam'ın ve Müslümanlar'ın ölüm haberlerini ve başlarına gelen büyük felaketi yazmak kimin kolayına gidebilir? Kim bu büyük felâketin yazılmasını ve anlatılmasını kolay görebilir? Keşke annem beni doğurmasaydı, keşke bu büyük felaketten evvel ölüp gitseydim, Adım ve sanım unutulsaydı da bu olayla karşılaşmasaydım, böyle bir olayı yaşamasaydım! Yakın dostlarımdan bazıları sürekli olarak Moğollar'ın İslâm diyarını istilâsını yazmam hususunda bana ısrar edip duruyor ve beni teşvik ediyorlar, ben ise bu büyük felâketi kaleme almaktan sürekli çekinip duruyordum. Fakat sonunda böyle mühim bir tarihî olayı yazmamanın da bir fayda sağlamayacağını kabul etlim. Bu büyük ve dehşet verici olay, bu muazzam musibet, gün ve gecelerimizi kararttı hayatımızı perişan etti. Bölgede yaşayan bütün insanları ve özellikle Müslümanları kökünden kazıdı. Şayet birisi çıkar da: ‘’Cenab-ı Allah'ın Hz. Adem'i yarattığı günden bu güne kadar bu büyük felâketin benzeri görülmüş ve yaşanmış değildir.’’ derse mutlaka doğru söylemiş olacaktır. Moğol istilâsı felâketini yazan tarihler bu olayı bütün dehşetiyle ne kadar anlatıp dursalar yine de kıyısından kenarından geçmemişlerdir diyebilirim... Kadınları, erkekleri, küçük yaştaki çocukları toptan katliâma uğrattılar; hattâ hamile kadınların karınlarını deşerek taşıdıkları ceninleri bile öldürdüler. [İbnül Esir, El Kâmil Fit Tarih, cilt 12, Bahar Yayınları 1991]

Şimdi Moğol ajanı Celaleddin Rumi'nin sözlerine bakalım. Moğolları dindar göstermek için Cengiz'in mağarada dua ettiğini sonra Allah'ın ''Duanı kabul ettim artık güçlü olacaksınız'' dediğini şöyle uydurmuştur;

+(Biri) Dedi ki: Moğollar ilk once buraya gelince çırçıplaktılar. Binek hayvanları öküzdü, silahları odundandı. Şimdi haşmet ve zamet sahibi oldular, karınları doydu. En güzel arap atları ve en iyi silahlar onların elinde bulunuyor. -(Mevlana) buyurdu ki: Onların gönülleri kırık ve kuvvetleri yokken tanrı yalvarmalarını Kabul etti ve onlara yardım etti. Şimdi ise bu kadar muhteşem ve kuvvetli oldukları şu anda, halkın (fakirliği) zayıflığı vasıtasıyla yüce tanrı onları yok edecektir. O zaman hepsinin tanrının inayeti ve yardımı olduğunu, dünyayı bununla zaptettiklerini yoksa başarıların kendi güç ve kudretlerinin karşılığı olmadığını anlamaları için halkın zaafı ile onları yok eder. Önce insanlardan uzak, fakir, çırçıplak ve acınacak bir halde çölde yaşarken yalnız onlardan bazıları ticaret yapmak için harezm vilayetine geliyor alışveriş ediyor, kendileri için elbiselik keten alıyorlardı. Harezm şah bunu men ve tüccarları öldürmeleri emrediyordu. Onlardan haraç alıyor ve tüccarların oraya gitmesini önlüyordu. Tatarlar, padişahlarının yanına dert yanmağa gittiler ve ‘’Mohvolduk’’ dediler. Padişahlarından on günlük izin istedi. (Cengiz) Bir mağaranın kovuğuna gitti ve tam bir vecd içinde ibadet etti, Allah’a yalvardı. Ulu Tanrı’dan ‘’Senin dileğini, yalvarışlarını Kabul ettim. Dışarı çık, her nereye gidersen muzaffer ol ‘’ diye bir ses erişti. (İşte böyle) Tanrının buyruğu ile çıktıklarından karşılarında bulunanları yendiler ve bütün yeryüzünü kapladılar. [Mevlana - Fihi Mafih, Sayfa 84-86, Maarif Basımevi, İstanbul 1958, Çeviren: Meliha Ülker Tarıkahya]

Sonuç: Celaleddin Rumi ve onun zihniyetinin islamla alakası yoktur. İslam düşmanları sürekli ''Hazreti mevlana sevgi ve hoşgörü timsalidir, onun kitabı Kuran özetidir, bizim gibi aciz kullar Kuran'ı anlayamaz, sevap için okuyup yükseğe kaldırmalıyız'' diyerek müslümanları Kuran'dan uzak tutmaya çalışırlar.


Kaynaklar;
[1] Cemalnur Sargut, CNN Türk- Gündem Özel - 2017 - https://youtu.be/bh-neeG5K6Q

0 yorum:

Yorum Gönder

My Instagram